H2-Haziran-2005-B
Hürriyet – 2 Haziran 2005

H2-Haziran-2005-BKİRALAR NEDEN YÜKSEK

Son birkaç yıldır özellikle İstanbul’da giderek artan bir biçimde kiralık ev sorunu ortaya çıktı. Lüks semtlerde kira bedelleri son derece yüksek, orta gelirli bir ailenin o semtlerde ev kiralaması olanaksız. Diğer semtlere baktığımızda da çalışan bir aile için zaten yüksek olan kira bedelleri bir buçuk yıldan bu yana daha da yükseldi. Bunun iki önemli nedeni var. Birincisi; Faizlerin giderek düşmüş olması, faizle geçinen kesimleri üretilmiş, ancak yakın zamana kadar boş olan evlerden satın almaya yönlendirdi. Faizle geçinen kesimler ev satın alarak, satın aldığı evi kiraya vermeye başladı. Zira artık kira gelirleri, paranın getirisinin üzerine çıktı. Son zamanlarda artan ev satışlarının önemli bir nedeni budur.

İkincisi; Birkaç yıldan beri konut arzının yani konut yapımının azalması. Belediyelerden alınan yapı kullanma izinleri (iskan) veya yapı izin belgelerine (ruhsat) sayıca baktığımızda çok ciddi azalmaların olduğunu görürüz. 1990’lı yıllarda yapılan konutların, bugün için ancak 1/4’i yapılabiliyor. Şu anda birçok firma ve kooperatif birlikleri yeni konut projelerine başlamak üzere hazırlık yapsalar da, birkaç yıldan bu yana gerek özel sektörün ürettiği konut sayısı, gerekse kooperatif kesiminin ürettiği konut sayısında ciddi bir azalma söz konusudur. Özellikle kooperatif kesiminin ürettiği konut sayısındaki azalmanın kira bedellerinin yükselmesinde çok büyük payı var. Kooperatif kesiminin ürettiği konutlar genellikle orta ve alt orta gelir grubuna yönelik evlerdir. Bugün için özel sektör bu kesime hala yönelmemiştir. Oysa kooperatifler aynı kesimi çok kolaylıkla ev sahibi yapabilmekteydi. Alt orta ve orta gelir grubunda bulunan ailelerin ev sahibi olmaları güçleştiği için, bu aileler mecburen kiralık konuta yöneldiler. Bir yandan nüfus artışı, diğer yandan süregelen iç göç baskısı, bütün bunlara eklenen konut arzının azalmış olması, yapı kooperatifçiliğinin yaşadığı sıkıntılar, bugün yaşanan kiralık konut sorununun başlıca nedenlerini oluşturmaktadır.

Ancak üzerinde en çok durulması gereken konu; Bugüne değin beğensek de, beğenmesek de eksikleriyle, fazlalarıyla kooperatif kesiminin gerileme içinde olması esas konuta ihtiyacı olan kesimlerin ev sahibi olamaması gibi bir tablonun ortaya çıkmasına neden olmuştur ki ev kiralarının bu denli yüksek olmasında bu husus kesinlikle dikkatten kaçmamalıdır. Kooperatifçilik konut edinmede önemli bir olgudur, varlığını neredeyse 160 yıldır dünyada başarı ile sürdürmektedir. Ülkemizde siyasi iktidarların kooperatifçiliğe bakış açısı ve destekten yoksun bırakması, kooperatiflerin başı boş denetimsiz görüntüleri halkı kooperatiflerden uzaklaştırdı. Oysa böyle olmamalıydı. Zira kooperatifler bütün olumsuz koşullara rağmen bugüne değin ülkemizdeki mevcut yasal konutların yüzde 25’ini yapmış çok önemli kuruluşlardır. Üstelik bu yüzde 25 toplumun dar ve orta gelirli kesimdeyse ve gerçek ihtiyaç sahibiyse ki, böyle bu rakam daha da anlamlıdır.

Ülkemizde kiralık konut üretimi yoktur. Devlet de, kooperatif kesimi de, özel sektör de mülk konut üretmektedir. Bu şartlar altında ülkemizde mortgage sistemi tesis edilmiş bile olsa, esas konuta ihtiyacı olan kesimin ev sahibi olmasını sağlamak için bence kooperatif kesimi teşvik edilmeli, kooperatif kesimi de yeniden yapılanarak yeni şartlara uyum sağlayabilmelidir. Bu konuda gerek kooperatiflere, gerekse devlete önemli görevler düşmektedir. Aksi halde, kiralık ev konusunda yaşanan sıkıntı daha da çoğalabilir.

H26-Mayis-2005-B
Hürriyet – 26 Mayıs 2005

H26-Mayis-2005-BBundan altı yedi yıl önce, bazı projelerimiz için görüşmeler yapmak üzere Washington’a gitmiştik. O zamanlar çok önemli bir uluslararası kuruluşun Türk olan üst düzey yöneticisi dostumuz Washington’un banliyösünde bulunan orman içindeki güzel evine bizleri davet etti.

Ev 550 m²’lik 2000 m² bahçe içinde çok güzel bir villaydı. Evin değerini sordum, 550.000 ABD Doları civarında dedi ve bana nasıl bulduğumu sordu? O zamanlar İstanbul’un iyi semtlerinde 250 m²’lik ortalama bir apartman dairesinin değeri 700.000 dolar civarındaydı. Bu rakamları duyunca dostumuz çok şaşırdı. ABD’nin başkentinin en güzel banliyösünde 2000 m² bahçe içinde 550 m²’lik lüks bir villanın değeri 550.000 dolar, diğer yanda İstanbul’da apartman dairesinin fiyatı 700 bin dolar. Bu çelişkiye dikkat çekerek olayı sorguladı. Anlattım. Tabii bu olayın anlatılması da, anlaşılması da güçtü; Ortada derin bir çelişki vardı. Bu olayı bir taraftan kendim de sorgularken bu defa uluslararası bir toplantı için Norveç’e gittik. Kısa adı I.C.A olan Uluslararası Kooperatifler Birliği’nin Genel Sekreteri Ivar HANSEN bize sürekli eşlik ediyordu. Bir akşam bizi Devlet konuklarının ağırlandığı, aynı zamanda müze olan Devlet Konukevi’ne akşam yemeğine davet etti.Yer Oslo yakınlarında, deniz kenarında çok güzel evlerin, malikanelerin olduğu bir semtti. Ben etrafı keyifle seyrederken, çok beğendiğimi fark eden Ivar bana dönerek, “burası Oslo’nun en güzel, en pahalı evlerinin bulunduğu bir semttir, şu gördüğünüz Norveç Başbakanı’nın evidir” dedi. Ben de Başbakan’ın konutunun hemen yanında bulunan, bahçe içinde 3 katlı, çok güzel bir malikaneyi işaret ederek “bu evin değeri ne kadar” diye sordum. Ivar yüzünde “bak ne kadar pahalı” der gibi bir ifadeyle “250.000 dolar” derken başını da sallayarak “yaa”diyordu. Ben de kendisine bu paraya İstanbul’un güzel bir semtinde ancak bir bodrum kat dairesi belki alınabilir, dedim. Bu defa şaşıran Ivar oldu.

Mesleğim gereği dünyanın pek çok ülkesini gezdim, nüfusu 10 milyonu aşan dünyanın bütün metropollerini gördüm. Özel örnekler dışında İstanbul’daki ev fiyatlarını dünyanın hiçbir yerinde görmedim. Bu işte bir yanlışlık vardı, % 70 kat karşılığı yapılan anlaşmalar, milyon dolarlara satılan apartman daireleri, rakamlar almış başını gidiyordu. Önce 1999 yılında yaşadığımız deprem felaketi, sonrasında yaşanan ekonomik krizler, havada uçan rakamları olması gerektiği yere çekti. Tabii rakamlar değişirken, gerek konutu yapanlar açısından, gerekse ev alanlar açısından anlayışlar da çok değişti. Şimdi herkes daha dikkatli olmalı.

Bu bir dönemdi yaşandı, çok hatalar yapıldı, çok ekonomik kayıplar verildi. Ancak artık konut alıcısı da, konut yapımcısı da deneyim kazandı. Şimdi farklı bir dönem başlıyor. Bankacılık kesimi de bu alanda giderek yerini alıyor. Ama içinde bulunduğumuz şu günlerde yeniden bir endişe duymaya başladım. Konuta olan aşırı talep ve yeterince proje arzı olmaması nedeniyle, fiyatlar yine yavaş yavaş uçmaya başladı. Hem konut yapıp satanlar, hem de alanlar geçmişte olanları unutmamalı. Ne konutu yapanlar kıtlık rantından yararlanıp fiyat arttırmalı, ne de konut alıcıları geçmişte yaşanan bu hataya bir daha düşmemeli.

H19-Mayis-2005-B
Hürriyet – 19 Mayıs 2005

H19-Mayis-2005-BHep konuşuyoruz, yazıyoruz, söylüyoruz; ülkemizdeki konutların yaklaşık yüzde 70’i kaçak ve gecekondu yapılar yüzde 30’u da yasal konutlar. Her dört yılda bir olmak üzere ortalama son 50 yıl içinde çıkan irili ufaklı 13 imar affı, kentleşme konusunda geldiğimiz noktayı özetliyor. Dünyada böylesi rakamlara sahip başka bir ülke var mı? Ya da böylesi gecekondu ve kaçak yapılaşma dünyada başka bir ülkede var mı? Yok. Peki bu kadar rahat gecekondu ve kaçak yapı yapılmasının nedenleri nelerdir ? Ayrıca kaçak da olsa, gecekondu da olsa, yasal konut da olsa bu yapıları üretmek bir maliyet olduğuna göre ve bu maliyet de karşılandığına göre, demek ki sorun; evin maliyetini karşılama sorunu değil. Nüfusa oranla dünyanın en fazla kapalı mekanına sahip ülkelerinden birisiyiz.Bu kapalı alanların maliyetini karşılayan halkımız neden kaçak konut ya da gecekondu yapma yoluna gidiyor? Hemen belirteyim ki; halkımızın öyle, kolayca gecekondu yapma eğilimi yok, gecekonduda oturan halkın neredeyse yüzde 70’inin kiracı olduğunu düşünürsek, olayın masum bir barınak sorunu olmadığı ortaya çıkar. Geriye kalan yüzde 30’ un ne kadarının gecekondusunu kendi ihtiyacı için yaptığı belli değil. Bu gecekonduların örgütlü biçimde, mafya tarafından yapıldığı bir gerçek. Siyasi iktidarların kamuya ait alanların yağmalanmasına göz yumması ve imar afları sonucu ortaya çıkan gerçek bu. Kaçak yapılara gelince durum burada farklı. Kaçak yapıyı yapan, kendi arazisi üzerine evini yapıyor. İyi de neden kaçak yapıyor? İşte cevabı; geçtiğimiz hafta Yapı Fuar’ında düzenlenen panelde Eston Yapı A.Ş. nin Genel Müdürü Salih Kuzu’nun açıklamaları doğrusu çok ilgi çekiciydi. Salih Kuzu bir araştırma yapmış. Açıkladıkları da son derece çarpıcı. Proje geliştiren inşaat şirketleri, kooperatifler, yasal olarak konut yapanlar hep bürokrasiden şikayet eder. Ancak ne kadar formalite ve zorluklar olduğu doğru dürüst ortaya konmamıştı. Bu süreci ben de defalarca yaşamama rağmen rakamlar konusunda doğrusu şaşkınlığa uğradım.

Salih Kuzu’nun araştırmasına göre; Bir inşaata başlamadan önce 200 imzaya gereksinim duyuluyor ve tam 40 ayrı harç ve vergi ödeniyor ve bu ödenen harç ve vergilerin tutarı konut maliyetinin yüzde 18’ini buluyor. Düşünebiliyor musunuz, bir inşaata başlamak istiyorsanız tam 200 ayrı yerden imza bekliyorsunuz ve tam 40 ayrı çeşit vergi ve harç ödüyorsunuz. Üstelik de bu harç ve vergiler toplamı konut maliyetinin yüzde 20’sine yakın. Bu rakamların içinde inşaat süresince ve bitiminde ödenecek harçlar ve imzalar yok. Dünyanın neresinde daha inşaata başlarken konut maliyetinin yüzde 20’si harç ve vergi olarak ödeniyor ve böyle yüzlerce imza atılıyor? Bu rakamlardan sonra kaçak ve gecekondu yapıların nedenini herhalde tartışmamıza gerek yok. Zira tartışmamız gereken esas neden dikkatten kaçıyor.

H12-Mayis-2005-B
Hürriyet – 12 Mayıs 2005

H12-Mayis-2005-BTürkiye’de 1950 yıllarında başlayan iç göç, 55 yıldan bu yana hızını arttırarak devam etmektedir. Özellikle büyükşehir statüsündeki kentlerimiz, ne yazık ki; sağlıksız, plansız, gelişigüzel, disiplinden uzak bir anlayışla gelişiyor ve Büyükşehirlerde yüzde 70’e varan ölçüde kaçak ve gecekondulaşma olarak ortaya çıkıyor. Ruhsatlı ve düzenli konut olarak gördüğümüz yüzde 30 civarındaki yapı stoğumuzun da ne yazık ki hepsi sorunsuz değil. Fiziki yıpranmışlık ve değişen afet yönetmelikleri nedeniyle ne kadar sağlam ve sağlıklı oldukları da tartışılabilir durumdadır.

Kentlerimizde ortaya çıkan bu çöküş manzarasının hiç kuşku yok ki, dönüştürülmesi gerekiyor. İster gecekondu olsun, ister kaçak yapılar olsun, isterse fiziki ömrünü tamamlamış yapı stoğumuz olsun. Kendi haline bırakılırsa bile, zaman içinde gelişigüzel yenilenecek. Bunun adı konutların dönüşmesidir. Oysa kentlerin dönüştürülmesi gerekir. Bu da ancak merkezi yönetim ve yerel yönetimlerin konuyu gündemlerine almasıyla olabilir. Merkezi yönetim konuyu gündemine aldı. Başta İstanbul Büyükşehir Belediyesi olmak üzere, kimi yerel yönetimlerde konuyu gündeme aldılar. Yasal düzenlemeler yapıldı, yapılıyor bundan sonra iş uygulamaya kalıyor. Biliyoruz ki, her ülkede uygulanan kentsel dönüşüm politikası farklı, tıpkı ABD’deki kentsel dönüşüm politikalarından, Avrupa’daki yaklaşımın farklı olduğu gibi. Her ülke kendine uygun yöntemi, yolu bulup uyguluyor. Tabii bu yöntem ve bulunan yollar, sosyal ve kültürel yapılar dikkate alınarak yapılıyor. Bizim de kendimize uygun yolları bulup, uygulamamız gerekiyor.

Şöyle bir bakalım, en çok hangi şehirlerimizin kentsel yenilenmeye ihtiyacı var ? En başta İstanbul olmak üzere büyük şehirlerimizin tamamı. İstanbul para üreten bir şehirdir, taşı toprağı belki altın değildir ama çok değerli bir şehirdir.

İstanbul’un yerel yöneticilerinin, Belediye Başkanlarının bu fırsatı çok iyi kullanmaları gerekiyor. İyi projeler yapabilirse kentler yenilenirken, aynı zamanda değerlenmiş olur. O bölgede yaşayan halkın ekonomik ve sosyal seviyesi de yükselir. Örneğin; İstanbul’un merkezindeki Küçükçekmece gölünü ele alalım. Gölün etrafında Küçükçekmece, Avcılar ilçe belediyeleri ile Esenyurt ve Bahçeşehir belediyeleri var. Küçükçekmece Belediyesi kentsel dönüşüm için bir çalışma yapıyor. Bahçeşehir’de kentleşme yeni olduğu için gecekondu yok, yapılmasına izin verilmiyor. Dolayısıyla böyle bir çalışmaya ihtiyaç da yok.Ama bunca gecekondu ve kaçak yapısına rağmen Avcılar ve Esenyurt Belediyesi’nde bu konuda kamuoyuna yansıyan herhangi bir çaba yok. Ama Küçükçekmece Gölü’nün etrafı gecekondu ve kaçak yapılarla dolu. Oysa şehrin içinde bir göl, ne büyük bir şanstır, bir düşünsenize. Bu gölün etrafı İsviçredeki Leman Gölü’nün çevresi gibi neden olmasın? Burada yapılacak bir kentsel dönüşüm projesinin ne büyük bir değer yaratacağını tahmin etmek hiç de zor değil. Küçükçekmece gölü ve çevresi bir örnekti, İstanbul’un başka ilçe ve semtlerinde de durum çok farklı değil.

Kentsel yenileme konusunda başta kamu olmak üzere belediye başkanlarına büyük görev düşüyor. Onlar kentlerine iyi önderlik edebilirlerse bu iş başarılır. Yeter ki iyi proje yapsınlar, “kaynağım yok” demesinler. Zira iyi proje kaynağını kendi yaratır. Hatta yapacakları projeye, bir katkı da ben ekleyeyim; Küçükçekmece gölü ile Marmara Denizini birleştirerek Bahçeşehir’e, Küçükçekmece’nin içlerine, Esenyurt’a, Firuzköy’e deniz otobüsü seferleri koysunlar. Denizden ulaşım sağlasınlar.

H5-Mayis-2005-B
Hürriyet – 5 Mayıs 2005

H5-Mayis-2005-BYaşadığımız deprem felaketi ev fiyatlarında dengesizlikler yarattı.Depremden önce bazı semtlerde fiyatlar dünya standartlarının da üstüne çıkmış, akıl almaz rakamlara ulaşmıştı. Bu semtlere en iyi örnek de İstanbul’un Bakırköy ilçesindeki Yeşilyurt, Yeşilköy, Florya, Ataköy semtleridir. Depremden önce bu semtlerde fiyatlar olması gerekenin çok üstündeydi. Örneğin ; 250 m² lik bir daire 800.000 dolara satılıyordu, şimdi aynı daire 125.000 dolara düştü.Ne o günkü rakam doğruydu, ne bugünkü rakam doğru. Bazı yerbilimcilerimizin depremden en çok etkilenecek semtleri açıklarken bu semtleri sayması, bu semtlerde bulunan evlerin yıkılacağı ya da hasar göreceği anlamına gelmez.Evin sağlamlığı bugünkü tekniklerle rahatlıkla test edilebilmektedir. Yapılacak iş bu evlerin sağlamlık testlerini yaptırmak ve olası bir depremde evinin durumunun ne olacağını öğrenmektir. Bence bu semtlerde evi olanlar, evlerini eski fiyatların yedi kat altına satmak yerine, derhal her yerde örgütlü olan ve bu işi büyük bir yetkinlikle yapan inşaat Mühendisleri Odası’na başvurarak evinin sağlamlığını test ettirmelidir.

Şimdi depremden önce yapılmış evler eski değerlerinin çok altında satılıyor. Peki yeni yapılan evler kaç paraya satılıyor? Geçtiğimiz hafta bu semtleri şöyle bir dolaştım ve yine beni şaşkınlığa uğratan bir tabloyla karşılaştım. Bu semtlerde evler iki katagoriye ayrılmış; depremden önce yapılan bina, depremden sonra yapılan bina. Depremden sonra yapılmakta olan henüz temel aşamasındaki bir binanın önünde durdum.

* Satılık daire var mı? – Var. * Daire fiyatları ne kadar? – 380 m² lik bir daire 750 bin dolar yani bir trilyon elli milyar, * 170 m² lik bir daire 400.000 dolar yani altı yüz milyar. – Ama hemen bitişiğinizde bir ev var o da 170 m², onun değeri 125 bin dolar, bu niye böyle pahalı? * O bina depremden önce yapılmış da ondan. – Yani çürük mü? Bizim binanın altına fore kazık çaktık, bizim binalarımıza depremde hiçbir şey olmaz. * Fore kazık zorunluluğu mu vardı? – Sağlam olsun diye yaptık.

Zemin alüvyonlu toprak ise, zeminde problemler varsa, elbette fore kazık çakılabilir. Ama zorunluluk yoksa buna ne gerek vardır? Bu binalar yeni yapılıyor diye, ya da altına fore kazık çakılmış diye, bu fiyatlara ev satın almak ne kadar yanlışsa, depremden önce yapılmış diye düşük fiyatlara ev satmak da o denli yanlıştır.

Evlerini eski değerlerinin çok çok altına satmak yerine, bence zorunlu değilse buna da gerek yok , evlerini yıksınlar, yeniden yapsınlar. Bu semtlerde bir apartman yaklaşık 12 dairedir. İnşaat büyüklüğü de 2 bin m² dir. Çok çok lüks bir ev yapsalar bile, yıkacakları binanın yerine ortalama 700 bin dolara, yani iki daire parasına, apartmanı mal ederler, her ev sahibi 60 bin dolar para öder ama herbiri 400 bin dolarlık daire sahibi olabilir. Bu evler için herkesin 60 bin doları var mıdır derseniz? Artık bankalar 10 yıla kadar ev kredisi veriyorlar.

H21-Nisan-2005-B
Hürriyet – 21 Nisan 2005

H21-Nisan-2005-BKonut ve kentleşme konusundaki uğraşlarımı bilenler, sürekli fikrimi sorar, ben de onları bilgilerim dahilinde yönlendirerek ev sahibi olmalarına yardımcı olurum, bu yıllardan beri böyledir.

1978 yılında bu alanda çalışmaya başladığımda, ortalama bir işçi ailede tek çalışan olmasına rağmen; evini geçindiriyor, kirasını ödüyor, birden çok çocuğuna bakıyor ve sahip olmakta olduğu evinin aylık taksitini ödeyebiliyordu. Yüzbinlerce ailenin ev sahibi olmasını yakından bilen bir kişi olarak bu manzaraya çok tanık oldum. Ancak bu manzara, yaşanan ekonomik krizler, enflasyonun olumsuz etkileri, reel olarak düşen ücretler nedeniyle çalışanın aleyhine hızla değişti. Zaman içinde çalışan kesim önce ev alma ümidini yitirdi, sonra da evini tek başına geçindiremez hale geldi. Oysa ne çok tanıdığım işçi, büro çalışanı, şoför, gazeteci dostumun kolaylıkla ev sahibi olduğunu görmüştüm. Aradan geçen zaman ve çalışanın aleyhine değişen koşullar nedeniyle çalışanlar neredeyse evinin kirasını zor ödeyebilir hale geldi. Ev almak isteyen kesim giderek farklılaştı ancak daha üst gelir gruplarının düşünebileceği bir olgu haline geldi. Bu arada alt gelir gruplarına konut üreten, başta kooperatifler olmak üzere, değişime birazda zorunlu olarak ayak uydurarak, üst gelir gruplarına yöneldiler ve daha alt gelir grubunu unuttular.

Fikrimi alarak ev sahibi olmak isteyen dostlarım da bu anlattıklarıma paralel değişti. İlk zamanlarda genellikle az gelirli kişiler ev alma isteklerini ifade ederken, sonraları daha üst gelir gruplarından olan kişilere doğru değişiklik gösterdi. Uzunca bir aradan sonra, birkaç aydan bu yana az gelirli kesimlerden ev alma taleplerinin başladığını sevinerek görüyorum. Peki bu gelir grubunda olanlar nasıl bir eve, hangi şartlarla sahip olmak istiyorlar? Bu gelir grubunda olanlara yönelik yeterince çalışma var mı ?

Bu soruların tek cevabı var. Yok. Kooperatifler geçtiğimiz on yılda yeni bir proje geliştirmediler. Konut yapımcılarından özellikle yap sat türü konut yapan kesim neredeyse piyasadan çekildi. Üst gelir gruplarına konut yapan, konut yapımcıları da bu kesimin farkına varamadılar. Oysa bu kesim konut almak istiyor. Kooperatifler, kooperatif birlikleri, belediyeler, yatırımcı büyük firmalar bu potansiyeli göz ardı etmemeli ve bu kesimin ihtiyacına yönelik proje geliştirmeliler. Mimarlar gelişen ve değişen yaşam koşullarına uygun, yaşanabilir, nitelikli, kullanışlı evler üzerine çalışmalar yapmalı, mobilya üreticileri bu evlere uygun mobilyalar üretmeliler.

Bunların hepsinden önemlisi, bankalar bu talebi görerek tercihlerini buna göre belirlemeliler. Geçen emlak ekimizde bankalar, krediler içindeki ev kredisi payının çok düşük olduğunu belirtiyorlardı. Ev kredisinin oranının düşük olmasının nedeni, bence bankaların kendi yaklaşımlarından kaynaklanıyor. Bu kesimi iyi araştırırlarsa ve bu kesimin borcuna çok sadık bir kredi kullanıcısı olduğunun farkına varırlarsa daha verimli sonuçlar elde ederler. Halkbank’ın bu konuda son derece yetkin bir kadroyu bünyesine katarak yeni bir çalışma yaptığını biliyorum. Halkbank’ı bu nedenle kutlamak istiyorum. Yine geçen sayımızda dikkatlerden kaçmamalı Eston’un İzmit Derince de, orta gelir grubuna yönelik yapımına başladığı projesi için bu firmayı da kutlamak istiyorum. Zira onlar da bir ilki başarıyorlar. Darısı diğer bankalar ve firmaların başına diyelim. Geride kalan son elli yıl içinde kentleşme, yerleşme ve konut konularında çok hatalar yaptık. Özellikle üretim kesimi birbirimizi iyi dinlersek, deneyimlerden de yararlanmasını bilirsek, daha güzel, her kesimin ulaşabileceği sağlıklı sonuçlar elde ederiz, diye düşünüyorum.

H28-Mayis-2004-B
Hürriyet – 28 Mayıs 2004

Geçtiğimiz günlerde Gayrimenkul Yatırım Ortakları Derneği (GYODER) tarafından Gayrimenkul Zirvesi Toplantısı yapıldı. Toplantının iki temel konusu vardı.

  • Mortgage
  • Kentsel Dönüşüm projeleri

Her iki konu da önümüzdeki günlerde ülkemizin gündemini fazlasıyla meşgul edecek iki önemli konu. Toplantıya gayrimenkul konusuyla ilgili çok sayıda firmanın yanı sıra, banka yöneticileri, gayrimenkul yatırım ortaklığı firmalarının neredeyse tümü katıldı. İlgi sadece ülkemizdeki kuruluşlardan değildi. Stewart International, Invi, Fannie gibi dünyanın önemli gayrimenkul ve kredi kuruluşları oradaydı.

Mortgage (İpotek karşılığı 20 – 30 yıl vadeli konut kredilendirme modeli diyebiliriz) gayrimenkul sektörünün özlemle beklediği bir konu. Mortgage sisteminin tesis edilebilmesi için o ülkenin ekonomisi de, ekonomik dengeleri de düzgün olmalı. Ülkemizin içinde bulunduğu ekonomik koşullar fazla olumsuz sayılmaz. Gayrimenkul Yatırım Ortaklığı Şirketleri (GYO) ve çok sayıda uluslararası kuruluşların konuya yakın ilgisi ve Sermaye Piyasası Kurulu başkanının bu konudaki açıklamaları Mortgage’in çok kısa bir sürede meyvesini verecek izlenimi veriyor. SPK Başkanı da düzenlemelerin haziranda yapılacağını belirtiyor.

Kentsel dönüşüm projeleri de bilinçli yapılan bir tercih. Kentsel dönüşüm ile Mortgage’in ülkemiz açısından birbiriyle yakın ilişkisi var. Konut stokunun yüzde 70’inin kaçak ya da gecekondu olduğunu, üçüncü kez değişen afet yönetmeliklerini, fiziki olarak ömrünü tüketmiş konut stokunu, nüfus artışı ve iç göçe dayalı konut ihtiyaçlarını, sahillerdeki yapılaşma sorunumuzu düşünürsek ciddi bir kentsel yenileme ihtiyacı ortaya çıkar. Mevcut yasalarla güç de olsa başarabiliriz. Bunun başarılı örneklerini geçmişte TÜRKKENT ve Murat KARAYALÇIN döneminde Ankara Büyükşehir Belediyesi verdi. Bu konuda deneyimli çok az kişi ve kuruluş var. Bu deneyimlerden yararlanarak yeni bir yasal düzenleme yapılması yerinde olur. Kentlerin ve konutların yenilenmesinin yanı sıra, Mortgage sistemiyle hemen herkesin rahatlıkla ev sahibi olabileceği bir dönem başlayacak, bu büyük bir ekonomik devinim yaratacak. İstikrar korunduğu taktirde, yabancılar da piyasaya ilgi duyacaklardır. 2.1 milyar dolar yıllık cirosu olan Stewart Internationel’in Başkanı Morris Stewart “Türkiye pazarı iştahımızı kabartıyor” derken, Avrasya Şubesini İstanbul’da açarak sözlerini kanıtladı.

Mortgage’in tesis edilebilmesi için ilk planda Devlete ve dolayısıyla Toplu Konut İdaresine önemli görevler düşecektir. TOKİ bu konuda istekli ve heyecanlı. Dileyelim, ekonomide göstergeler bozulmasın hatta daha iyi olsun ve başta Amerika olmak üzere dünyanın gelişmiş birçok ülkesinde uygulanan Mortgage sistemi ülkemizde de uygulanabilsin. Gecekondu ve kaçak yapılaşma artık bitsin sağlıklı ve güzel kentlere sahip bir ülke olalım. Gerçek ihtiyaç sahipleri bütçelerinden ayırabildikleri tasarruflarla hemen ev sahibi olabilirlerken almış oldukları evlerin bedellerini uzun sürede kira öder gibi geriye ödeyebilsinler.