Milliyet – 24 Ekim 2003

Bundan beş altı yıl önce, bazı projelerimiz için görüşmeler yapmak üzere Washington’a gitmiştik. O zamanlar çok önemli bir uluslararası kuruluşun Türk olan üst düzey yöneticisi dostumuz bize çok yardımcı olmuştu. Dostumuz Washington’un banliyösünde bulunan orman içindeki güzel evine bizleri davet etti. Ev 550 m²’lik 2 bin m² lik bahçe içinde çok güzel bir villaydı. Evin değerini sordum, “550 bin ABD Doları civarında” dedi ve bana nasıl bulduğumu sordu? O zamanlar İstanbul’un iyi semtlerinde 250 m²’lik ortalama bir apartman dairesinin değeri 700 bin dolar civarındaydı. Bu rakamları duyunca dostumuz çok şaşırdı Üstelik de apartman dairesi olmasına rağmen. Bu rakamları duyunca dostumuz çok şaşırdı. ABD’nin başkentinin en güzel banliyösünde 2 bin m² bahçe içinde 550 m²’lik lüks bir villanın değeri 550 bin dolar, diğer yanda İstanbul’da apartman dairesinin fiyatı 700 bin dolar. Bu çelişkiye dikkat çekerek olayı sorguladı. Anlattım.

Tabii bu olayın anlatılması da, anlaşılması da güçtü; Ortada derin bir çelişki vardı. Bu olayı bir taraftan kendim de sorgularken bu defa uluslararası bir toplantı için Norveç’e gittik. Kısa adı I.C.A olan Uluslararası Kooperatifler Birliği’nin Genel Sekreteri Ivar HANSEN bize sürekli eşlik ediyordu. Bir akşam bizi Devlet konuklarının ağırlandığı, aynı zamanda müze olan Devlet Konukevi’ne akşam yemeğine davet etti.Yer Oslo yakınlarında, deniz kenarında çok güzel evlerin, malikanelerin olduğu bir semtti. Ben etrafı keyifle seyrederken, çok beğendiğimi fark eden Ivar bana dönerek, “burası Oslo’nun en güzel, en pahalı evlerinin bulunduğu bir semttir, şu gördüğünüz Norveç Başbakanı’nın evidir” dedi. Ben de Başbakan’ın konutunun hemen yanında bulunan, bahçe içinde 3 katlı, çok güzel bir malikaneyi işaret ederek “bu evin değeri ne kadar” diye sordum. Ivar yüzünde “bak ne kadar pahalı” der gibi bir ifadeyle “250 bin dolar” derken başını da sallayarak “yaa”diyordu. Ben de kendisine bu paraya İstanbul’un güzel bir semtinde ancak bir bodrum kat dairesi belki alınabilir, dedim. Bu defa şaşıran Ivar oldu.

Mesleğim gereği dünyanın pek çok ülkesini gezdim, nüfusu 10 milyonu aşan dünyanın bütün metropollerini gördüm. Özel örnekler dışında İstanbul’daki ev fiyatlarını dünyanın hiçbir yerinde görmedim. Bu işte bir yanlışlık vardı.

Yüzde 70 kat karşılığı yapılan anlaşmalar, milyon dolarlara satılan apartman daireleri, rakamlar almış başını gidiyordu. Önce 1999 yılında yaşadığımız deprem felaketi ve gerçeği, sonra ekonomik krizler, rakamları olması gerektiği yere çekti. Tabii rakamlar değişirken, insanların ev anlayışı da değişti. Birkaç yıl öncesine kadar “ev iyi semtte olmalı deniyordu”, şimdi “Depremden daha az etkilenecek semtte olmalı” deniyor. Bu konu ne yazık ki bazı yer bilimciler tarafından çok abartılı anlatılması nedeniyle kimi semtlerde fiyatlar aşırı düşerken, kimilerinde haksı biçimde artmıştır.

Birkaç yıl öncesine kadar bir evin boyası, yer döşemesi,kapısı, seramiği önemliydi. Şimdi ise zemini, betonarmesi, evi ne zaman yaptıkları, hangi sağlamlıkta, hangi teknolojiyle ve kimin yaptığı önem kazandı. Yani artık “Başımı sokacak bir evim olsun” anlayışı geride kaldı. “Başımı sokacak evim olsun ama sağlam olsun” anlayışı artık egemen olan anlayıştır. Elbette bu şartlarda artık, nerede olursa olsun diyerek yapılan, kimin yaptığı belli olmayan yani ismi markası olmayan, gelişigüzel yapılmış, yüzde 70’lere varan kat karşılığı anlaşmalar yapılıp, ihalelere girip, yüzde 60’lara dek fiyat kırarak yapılan işlerin sonu geldi. Bu bir dönemdi yaşandı, çok hatalar yapıldı, çok canlar kaybedildi, çok ekonomik kayıplar verildi. Ancak artık konut alıcısı da, konut yapımcısı da deneyim kazandı. Şimdi farklı bir dönem başlıyor. Önümüzdeki günlerde Bankacılık kesiminin de finansman kaynaklarıyla çevrime girmesiyle kentleşme ve konut anlayışı daha da gelişecektir.