Milliyet – 7 Kasım 2003
1992 senesiydi, Prof. Dr. Ruşen Keleş ile birlikte Birleşmiş Milletlerin bir toplantısı için Hindistan’ın Madras kentine gidiyorduk. Çok maceralı bir yolculuk geçiriyorduk : İstanbul’dan Frankfurt’a oradan Yeni Delhi’ye sonra da, Hindistan’ın güneyindeki Madras kentine uçacaktık.
On saatlik bir uçuştan sonra Yeni Delhi havalimanına doğru uçağımız alçalırken, birden yükselişe geçti. Pilotumuz “ ani bir sis nedeniyle inemiyoruz, Bombay’a gidiyoruz” dedi. Bana inandırıcı gelmedi, sis dediğin şeyin gelişi belli olurdu. Uçağımız tam inerken mi sis gelmişti ? Son ana kadar bunun altından bir şey çıkar diye bekledim, ama gerçekten ani bastıran bir sismiş, neyse ki iki saatlik bir uçuştan sonra Bombay’a indik. Tabii bütün planlarımız alt üst olmuştu, bağlantılı seferlerimizi kaçırmıştık. Yorgun ve uykusuzduk. Gece geç bir vakitti, bizi alandan otobüsle aldılar, Bombay şehir merkezine bir otele doğru yola çıktık. Önce varoşlardan geçtik, inanılmaz kötü gecekondular vardı. Hemen hepsinin ana malzemesi tenekeydi, pencere diye yapılan yerler muşamba ile örtülüydü. Bunlar asla bina değillerdi, bunlara baraka bile denemezdi. Ellerine ne geçirdilerse; tahta, mukavva, teneke, muşamba… O malzeme kullanılarak bir barınak yaratılmıştı. Bunun adı da , gecekonduydu. Hemen bizim gecekondu dediklerimiz aklıma geldi. Bizimkiler aslında betonarme, çoğunluğu 3 – 4 katlı yapılardı, şaşkınlık içinde kafamdaki gecekondu kavramı neredeyse değişmiş, şehre doğru ilerlerken; insanların sokaklarda yattıklarını gördüm. Kaldırımlar son derece genişti, neredeyse bulvarın genişliğindeydi. Merkeze doğru ilerlerken sokaklarda yatan insan sayısı arttı, yolun her iki tarafındaki kaldırımlarda onbinlerce insan yan yana, üstünde sadece çarşaf inceliğinde bir örtü ile yatıyordu. Hindistan’ da insanların sokaklarda yattığını okumuştum ama şimdi tanık oluyordum. Çok kötü, insanlıktan utanılacak bir manzaraydı. Aylardan aralık ayıydı ama hava sıcaktı, bu insanların soğuk havalarda yapacağı hiçbir şey de yoktu, meğer o teneke mahallelerde yaşayanlar çok şanslılarmış, henüz Madras’ı da görmemiştim, orası çok daha güneyde bir şehirdi. İklim olarak daha sıcaktı, kim bilir orası nasıldı ? Çok kötü olduğunu duymuştum, ama Bombay’dan kötüsü nasıl olurdu, merak ediyordum. Düşüncelerim allak bullak olmuştu, bu arada gecekondu ile ilgili düşüncelerim de değişmişti.
Bizim ülkemizde sokakta yatan insanlar yok. Çoğunluğu betonarme 3 – 4 katlı gecekondu yapılarımız var, kaçak yapılarımız var, çokça yazlık konutlarımız var, bir de sağlıklı sağlam yapılarımız var. Ve bütün bu yapılan konutlara baktığımızda ülkemizde konut arzı fazlası var. Ancak doğru olan, nitelikli konut açısından meseleye bakmaktır. Meseleye bu açıdan bakarsak, ülkemiz sınıfta kalır, çok ciddi bir konut açığı ortaya çıkar. Oysa gecekonduya, kaçak yapılara ve kıyılaşma dediğimiz plansız yazlık konutlara harcadığımız parayla; sağlam, sağlıklı, nitelikli konutlar yapabilirdik. Düzenli, güzel, sosyal ve teknik alt yapısı olan güzel kentler kurabilirdik. Harcanması gereken kaynağı harcadık. Ülkemizde sokakta yatan insanımız yok , ancak ülkemizin yarı nüfusu kaçak ya da gecekondu konutlarda yaşıyor. Bu yönüyle bakınca konut açığı var, diğer yönüyle bakınca konut fazlası var.
Politikanız, programınız, projeniz yoksa , var olan kaynağımız böyle boşa gider. Teknolojimiz, mühendisimiz, birikimimiz, hatta yok denilen kaynağımız bile var ama kıt olan değerimiz; disiplin, program, politika ve projedir. İrili ufaklı sayısı yirmi kadar olan imar afları, orman talanları, arazi mafyaları, gecekondu mafyaları ve sonuç; güzelim kentlerin yok oluşu ve kaynak israfı.